10 Mart 2012 Cumartesi

Sultanların Boğaza Nazır İkametgahı; Topkapı Sarayı

Kendine özgü binaları, nefis çinileri, tabiatla iç içe geçmiş yapısının verdiği doğal güzelliği ve ihtişamı ile karşımızdaki tarih; 

TOPKAPI SARAYI
Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgahı, devletin yönetim ve eğitim merkezidir. İstanbul fatihi Sultan II.Mehmed tarafından 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılmış olan ve zaman içerisinde bazı ilavelerin yapıldığı sarayda, Osmanlı padişahları ve saray halkı 19.yüzyıl ortalarına kadar ikamet etmiştir. 1850’lerin başında ise; sultanlar, mevcut saray 19. yüzyılın devlet protokolü ve merasimlerine ilişkin gereksinimleri karşılamakta yetersiz kaldığı için, boğazdaki Dolmabahçe Sarayı’na taşınmışlardır. Ancak saltanat hazinesi, Mukaddes Emanetler ve imparatorluk arşivleri Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilmiştir. Bir baba ocağı olması ve Mukaddes Emanetler’i barındırmasından dolayı burada devlet törenleri yapılmıştır. Topkapı Sarayı, Osmanlı monarşisi 1922’de kaldırıldıktan sonra, 3 Nisan 1924’te Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle müzeye dönüştürülmüştür.

İstanbul Fatihi
Sultan II.Mehmed tarafından 1460-1478 tarihleri arasında yaptırılan Topkapı Sarayı, 1922 yılında Osmanlı monarşisi kaldırıldaktan sonra 3 Nisan 1924’de Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği ile müzeye dönüştürüldü.

Saray-ı Cedid
Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde, daha sonra “Eski Saray” olarak anılacak olan bir saray yaptırmıştır. Fatih, bu ilk saraydan sonra, önce Çinili Köşk’ü, ardından da yapımı tamamlandığında yerleşecek olduğu Topkapı Sarayı’nı inşa ettirmiştir. Fatih, bu saraya Osmanlıca’da “Yeni Saray” anlamına gelen “Saray-ı Cedid” ismini vermiştir. Yeni Saray’a Topkapı Sarayı denmesi ise şöyle gerçekleşmiştir:

Sultan I. Mahmud tarafından Bizans surlarının yakınına yaptırılan ve önündeki selam topları nedeniyle Topkapusu Sahil Sarayı denilen büyük ahşap sahil saray, bir yangında tamamen kül olunca, bu sarayın ismi yeni saraya verilmiştir.

Yüzyıllarca gelişen ve büyüyen Topkapı Sarayı’nın planının belirlenmesinde, Osmanlı devlet felsefesi ile saray-tebaa ilişkilerinin büyük rolü olmuştur. Ayrıca, Topkapı’nın ilk inşa edildiği dönemde, Fatih’in babası Sultan II. Murad’ın Tunca Nehri kenarında yaptırmış olduğu ve günümüze sadece kalıntıları ulaşan Edirne Sarayı’nın planından olduğu kadar ihtişamından da esinlenildiği bilinmektedir. Topkapı Sarayı’nın planı; çeşitli avlular ve bahçeler arasında devlet işlerine ayrılmış daireler, hükümdarın ikametgahı olan bina ve köşkler ile sarayda yaşayan görevlilere mahsus binalardan oluşur.

Marmara Denizi, İstanbul Boğazı ve Haliç arasında, İstanbul yarımadasının ucunda bulunan Sarayburnu’ndaki Bizans akropolü üzerine inşa edilen saray, 1400 metre uzunluğundaki “Sur-ı Sultani” denilen yüksek ihata duvarları ile karadan, Bizans surları ile de deniz tarafından çevrilmiştir. Sarayın kapladığı alan yaklaşık 700 bin m2’dir. Bu alanın önemli bir bölümü Hasbahçe’ye ayrılmıştır. Topkapı Sarayı temelde Biruni ve Enderun olmak üzere iki teşkilattan oluşur. Harem, Enderun’un bir bölümüdür. Sarayın oturma planı, merasimleri, mekanları bu teşkilata göre düzenlenmiştir. 


Saraydan Bölümler

Bâb-ı Hümâyun
Fatih Sultan Mehmed devrinde sarayın Ayasofya tarafındaki ana girişi olarak yapılan bu kapının üzerinde bulunan ve Ali Yahya es Sûfi tarafından yazılan kitabede, “Bu mübarek kale, Allah’ın desteği ve rızası üzerine, güvenliği sağlamak maksadıyla, Sultan Mehmed Han’ın oğlu Sultan Murad’ın oğlu, karaların padişahı ve denizlerin hakanı, insanların ve cinlerin üzerinde Allah’ın gölgesi, Doğu’da ve Batı’da Allah’ın yardımcısı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye’nin fatihi ve fethin babası olan Sultan Mehmed Han’ın - Allah Teâla onun hükümdarlığını ebedi kılsın ve mekanını kutup yıldızlarından yüksek eylesin - emriyle, (Hicri) 883 yılının mübarek Ramazan ayında (Kasım 1478) imar ve inşa edildi” ifadesi yer alır. Bâb-ı Hümâyun’un üzerinde, müsenna (karşılıklı) yazı ile Hicr Suresi’nin 45-48. ayetleri yazılıdır. Bu yazı, hat sanatı ve saltanat kavramı bakımından son derece anlamlıdır. Kapının diğer yüzünde Sultan Abdülaziz’in tuğrasının üzerinde Saff Suresi’nin 13. ayetinden “Nasrun minallahi ve fethün kârîb ve beşşiril mü’minin” “([Ya Muhammed] Allah’tan bir yardım ve yakında gerçekleşecek bir zafer! Müminlere bunları müjdele [Ya Muhammed])” ifadesi yazılıdır. Bâb-ı Hümâyun’un üzerinde yazılı olan bu ayet, aynı zamanda mehter takımının hücumdan evvel okuduğu ayettir. Eski gravürlerde, çeşitli dönemlerde tadilat gören bu kapının üzerinde bir köşk bulunduğu görülmektedir. 19. yüzyıl sonlarına kadar ayakta kalan, eskiden alayların izlendiği ve muhallefat (ölen bir kişinin bıraktığı şeyler) hazinelerinin saklandığı bu köşk, 1865 yılındaki yangında kül olmuş ve günümüze ulaşamamıştır.

Birinci Avlu / Alay Meydanı
Birinci Avlu’ya Bâb-ı Hümâyun’dan girilir. Çeşitli tören ve alaylara sahne olmuş olan bu avlu, sarayın halka açık olan tek bölümüydü. Avluda Orta Kapı yakınında yer alan ve günümüze sadece temel kalıntıları ulaşan Deavi Kasrı, halkın arzuhallerini saraya ilettiği yerdi. Avlunun sol tarafında Odun Ambarı Ocağı ile Hasırcılar Ocağı (bu alana 19. yüzyıl sonunda inşa edilen idare, karakol binası ile arkasındaki Patrikhane Sarayı’nın kalıntıları günümüze ulaşmıştır), Aya İrini (Saint Irene) Kilisesi ve Darphâne-i Âmire; sağ tarafında ise Maliye Nezareti, Enderun Hastanesi, saray için ekmek ve simit imal eden fırınlar, Has Fırın Camii ve görevlilerin kaldığı mekanlar, II.Mahmud devri çeşmesini içeren erken devir bir su terazisi ile Orta Kapı’ya yakın bir yerde Cellat Çeşmesi olarak bilinen ikinci bir çeşme yer alırdı. Patrikhane Sarayı Kilisesi olarak inşa edilen Aya İrini, bu avludaki en eski yapıdır. Haliç yönünde Kozbekçileri Kapısı ve Marmara yönünde Çizme Kapısı ile Hasbahçe’ye açılan meydandaki en önemli yapı, 6. yüzyılda inşa edilen, Bizans dönemine ait bu kilisedir. Aya İrini Kilisesi, önce sarayın silah deposuyken, Fethi Ahmed Paşa zamanında bir arkeoloji müzesine, o müzenin 1894’te bugünkü binasına taşınmasının ardından da, askeri bir müzeye çevrilmiştir. Birinci avlunun en ilginç köşelerinden biri de Cellat Çeşmesi’dir. Bâbüsselâm’dan girmeden evvel sağ tarafta bu yapıyı görürüz. Saray’ın odunlukları da yine bu bölgede yer alırdı.

İkinci Avlu / Divan Meydanı
Asıl Saray bölümüne girişi sağlayan ve Orta Kapı da denilen, Bâbüsselâm adındaki iki kuleli kapı, Topkapı Sarayı’nın ve imparatorluğun ihtişamının bir simgesi olmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında inşa edilmiş olan Bâbüsselâm, 16. ve 17. yüzyıllarda çeşitli tamiratlar görmüştür. Bu kapıdan sadece padişah atıyla girebilir, sadrazamlar ve diğer devlet erkanı atlarından inerlerdi. Saray kadınları ise saltanat arabaları ile geçerlerdi. Kapının üzerindeki iki kule, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yapılmıştır. Bu kulelerin içinde, Kapıcıbaşı Ağası’nın, yabancı elçilerin saraya girmelerine müsaade edilinceye kadar misafir edildikleri odası da bulunmaktadır. Günümüzde müze ziyareti bu kapıdan başlamaktadır. Sarayın ikinci avlusu olarak 1460’larda inşa edilen Divan Meydanı, devlet yönetiminin gerçekleştirildiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıdır. Tahta geçiş (cülüs), bayramlaşma, elçi kabulü ve yeniçerilere maaş verme (ulûfe) törenlerinin yapıldığı bu meydanın sağ tarafındaki revakların arkasında Saray Mutfakları yer alır. Sol tarafında ise Adalet Kulesi ile Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının yapıldığı Kubbealtı ve hemen yanında silah koleksiyonunun sergilendiği Dış Hazine binası bulunur. Avlunun bu köşesinde Harem dairesinin Arabalar Kapısı, revakların arkasındaki alt kotta ise Baltacılar Koğuşu ile Has Ahır Avlusu görülür. Avluda, Bâbüsselâm’ın solunda Sultan III. Ahmed döneminde yapılmış olan iki çeşme, sağında ise Sultan III. Selim dönemine ait bir namazgah ile erken Bizans dönemine ait devasa sütun parçaları yer alır.

Üçüncü Avlu / Enderun Avlusu
Enderun Avlusu, kale içindeki bir iç kale gibidir. Kargir yapılarla çevrelenmiş olan avlunun kapıları kapatıldığında, buraya girilmesi mümkün değildir. Avlu, daha çok koğuşların bulunduğu bir mekandır ve alanı yaklaşık dokuz dönüm kadardır. Babüssaâde’den girilen avluda ilk karşılaşılan yapı Arz Odası’dır. Arz Odası’nın hemen arkasına düşen yerde III. Ahmed Kütüphanesi, avlunun sağ yanında Enderun Mektebi, Meşkhane, Seferli Koğuşu, Fatih Köşkü ve Sultan II. Selim dönemine ait bir hamam kalıntısı; avlunun sol yanında ise Mukaddes Emanetler’in saklandığı dört kubbeli Has Oda (Hırka-i Saadet Dairesi), Has Oda Koğuşu, Ağalar Camii, Babüssaâde’nin iki yanında Büyük ve Küçük Oda Koğuşları, Akağalar Koğuşu ve Kuşhane, karşıda ise Hazine Koğuşu, Silahdar Hazinesi, Kilerli Koğuşu bulunmaktadır.

Topkapı Sarayı; Bab-ı Hümayun, Babüsselam ve Babüssade adlı üç ana kapı, dört avlu, Harem, Hasbahçe (Gülhane) ve bahçelerden oluşur.

Dördüncü Avlu / Sofa-i Hümayun 
Has Oda’nın çift sıra sütunlu geniş revağının açıldığı yer, Sofa-i Hümâyun ya da Mermer Sofa olarak bilinen terastır. Çiçek bahçesi ve havuzlu mermer terastan oluşan bu mekan, Topkapı Sarayı’nın gözde mekanlarından biridir. Revakların önünde yer alan fıskıyeli havuzun geçmişte daha büyük olduğu, 17. yüzyılda IV. Murad ve Sultan İbrahim dönemindeki yapılaşmalar sebebiyle havuzun daraldığı ve terasın Haliç yönünde genişlediği bilinir. Mermer Sofa’da Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Revan Köşkü ve Bağdat Köşkü yer alır. Mermer Sofa’dan üç metre uzunluğundaki bir merdivenle Sofa-i Hümâyun’a (Lala / Lale Bahçesi) inilir. Sofa Köşkü ile Hekimbaşı Kulesi’nin bulunduğu bu yer, aynı zamanda çiçek bahçesidir. Buradan Marmara Denizi yönünde inilen son terasta ise Mecidiye Köşkü ve Esvap Odası ile Sofa Camii yer alır.

Harem, Osmanlı sarayında hanedanın yaşadığı özel ve yasaklanmış yerdir. Sultanların ailesi ile birlikte yaşadığı ve saray mimarisinin 16.yy’dan 19.yy başlarına kadar çeşitli dönemlerin üslubunda örnekler içeren, son derece önemli bir kompleksdir.

Harem
Arapçada Harem sözcüğü, gizlilik, kapanmak anlamlarına gelen harim kelimesinden türetilmiştir. Topkapı Sarayı’nda bulunan ve sultanların aileleri ile birlikte yaşadığı Harem Dairesi, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl başlarına kadar çeşitli dönemlerin mimari üslup özelliklerini yansıtması sebebiyle mimarlık tarihi açısından son derece önemli bir komplekstir. Günümüze ulaşabilen islam saraylarındaki benzerleri arasında bu açıdan öne çıkan Topkapı Sarayı Harem Dairesi, ikinci avlunun içinde ve arka bahçelerinin üzerine kurulmuş, yüzyıllar içinde genişlemiştir. Daire, saraydaki selamlıktan ve yönetim işlevlerinin gerçekleştiği diğer avlulardan yüksek duvarlarla ayrılarak özenle gizlenmiştir.

Topkapı Sarayı’nın inşa edilmesinin ardından Beyazıt’taki Eski Saray’ın Harem olarak kullanılmaya başladığı, Topkapı Sarayı’nda ise yönetim ve selamlık işlerinin yürütüldüğü bilinmektedir. Ancak bu dönemde Altın Yol’un kenarında küçük bir harem yapılaşmasının (Kadınlar Sarayı – Saray-ı Duhteran) olduğu hakkında bilgiler vardır. Dört yapı evresinde incelenen Harem’deki yoğun yapılaşma ve örgütlenme, Kanuni Sultan Süleyman’ın Haseki Hürrem Sultan ve ailesiyle birlikte Topkapı Sarayı Haremi’ne taşınmasıyla başlamış ve 18. yüzyıla kadar da devam etmiştir.

Harem’de üç yüzden fazla oda, dokuz hamam, iki cami, bir hastane, koğuşlar ve çamaşırlık vardır. Harem, günümüze ulaşan son biçimini, uzun bir zamana yayılan tadilatlar ve ilaveler sonucu almıştır. Harem’in genel yapısı, birbiri ardına sıralanan avlulardan oluşur. Bu avlular ile ayrılan kapı girişleri sonrasında koğuşlar, odalar, köşk ve hizmet binaları yer almaktadır.

Saray Tatlıları
Matbah-ı Amire’nin son kısmı Helva-hane’dir. Burada Matbah Emini’ne bağlı bulunan ve bölük halinde görev yapan helvacıların vazifesi, helva, hamur tatlıları ve şuruplar hazırlamaktı. Helvahanede altı usta ile yüz kadar çırak çalışırdı. Kışları gül, misk, gelincik çiçeği, havlıcan ve dar-ı fülfül gibi baharattan şeker kestirerek yaptıkları macunu, Hünkar, Divan-ı Hümayun üyeleri ve Enderun’un ileri gelenlerine sunarlardı. İrmikten tahine, undan pekmeze kadar onlarca çeşit malzeme kullanan helvacıların hazırladıkları tatlılar arasında özellikle saray lokması ve aşura çok meşhurdu. Helvahane’de, Muharrem ayında ballı aşure, şekerli aşure ve süzme miskli aşure pişirilirdi. Bunların arasında süzme miskli aşure, Hünkar ve Harem halkı için hususi olarak yapılırdı.

Cariyeler
Eski Saray başta olmak üzere birçok haneden sarayından beslenen Topkapı Sarayı Haremi, Osmanlı yönetim anlayışına uygun olarak devşirme Kapıkulu kadrosunun bir kanadını oluşturmaktaydı. Harem’de çoğu Çerkez olan (Harem’de Arap ve zenci cariyelerin de olduğu bilinmektedir) ve genellikle 5-16 yaş arasında saraya alınan cariyelerin aldıkları eğitim iç oğlanlarınkine benzerdi. Saraya alınan kızlara, öncelikle Türkçe ve sarayın görgü kuralları öğretilirdi. Cariyelerin çoğu hizmet görmek amacı ile saraya alındığından, kısa bir eğitimden sonra çamaşır, hamam külhanları, kiler, sofa gibi genel hizmetlere verilirlerdi. Güzel ve zeki olanları ise koğuşlarda, kabiliyetlerine göre kalfa kadınlardan okuma-yazma, dikiş, nakış, müzik ve dans eğitimi alırlardı. Saray kadınları arasında en yüksek mertebeye sahip olanına “Kadın” denilirdi. Cariyelerden “Has Odalık”, “Gözde” veya “İkbal” olanlar çocuk doğurduklarında “Haseki Sultanlık”’a yükselirlerdi.

Kaynak: Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi (Bilkent Kültür Girişimi Yayınları)
Topkapı Sarayı Müze Müdürü Yusuf Benli’den edindiğimiz bilgilere göre;
İstanbul’un fethi ile birlikte, bu bölgeye yeni bir saray yaptırılıyor. Saray’ın ismi de Saray-ı Cedid yani “Yeni Saray”. Fakat daha sonra Sarayburnu’ndaki kapıların yanından top atılması sebebi ile Saray-ı Cedid ismi, “Topkapı Sarayı” olarak değiştiriliyor. Saray’ın 540 yıldır bütün dünyanın bildiği ismi “Topkapı Sarayı”dır. Kubbesindeki hilalinden en zemindeki cariyeler hastanesinesine kadar Topkapı Sarayı, bir saray müzedir.

Turizm sezonu buyunca yabancı ziyaretçilerimizin ilk görmek istediği yerlerden biri olan Topkapı Sarayı, 09.00 ile 19.00 saatleri arasında ziyaretçileri ile buluşuyor.

Haber: Dicle Aslı Mursaloğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder