11 Mayıs 2012 Cuma

Engelli Olmak İçin Sebep Çok !


Engelli kavramı, toplumumuzda farklı tanımlar içinde karşımıza çıkmaktadır. Fakat ortak bir noktada buluşup engelli kavramını açıklamak istersek; engelli, doğuştan veya sonradan meydana gelen hastalıklar ya da kaza sonucu oluşan sakatlıklar (fiziksel, zihinsel, ruhsal, duyusal) sonucunda yaşamının birçok alanında kısıtlanan ve engellerle karşılaşan kişidir.


Toplumsal Tutumumuz Değişmeli



Yaşadığımız semtte bir çok engelli kişi olabilir. Fakat bizler bunun farkında olmayabiliriz. Çünkü birçok engelli, toplumsal tutumumuzdan dolayı evlerinden dışarı çıkamamaktadır. Bu durumun nedenleri, toplumun engelli kişileri dışlaması ve engellilere yönelik çalışma şartlarının yetersiz oluşudur. Ülke nüfusumuzun %13’ü engellidir. Verilen rakamın oldukça fazla olmasına rağmen, engelliler için yapılan çalışmalar, ihtiyaçlar doğrultusunda sınırlı kalmaktadır. Toplumumuzun duyarlılık ve farkındalığını arttırması gerekirken, maalesef bu farkındalık ve duyarlılık, engelli kişiye acıma ve küçümseme şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Toplumun sergilediği bu tutum, engelli bireylere zarar vermektedir. Peki, neden engellilere acırız? Bu soruyu içimize dönüp sorguladığımızda kesinlikle vereceğimiz cevap “iyi niyet”tir. Çoğu insan bir engelli ile karşı karşıya geldiği zaman yardım etmek ister. İçinden “Allah korusun, Allah yardım etsin” gibi cümleler geçirir. Peki bu cümleler haricinde onlar için yapabileceğimiz bir şey yok mu? Kesinlikle var… Öncelikle zihinsel engellerimizi kaldırmamız gerekiyor. Bunu da empati yoluyla kolaylıkla yapabiliriz. Engelli bireyi anlayıp algılamamız içinde, engelliler hakkında bir çok şey öğrenmemiz gerekmektedir. Bir engelli ile karşılaştığımızda acıma duygumuzun ön plana çıkması tabii ki insani bir durumdur ama bunu dışarıya yansıtıp karşı tarafa hissettirmek yanlış bir tutumdur. İçimizde oluşan bu insani acıma duygumuzun, engelli kişilerin yaşam koşullarının düzeltilme çabasına dönüştürülmesi gerekmektedir. Kimi kişiler bir engelli ile karşılaştığında gözlerini birden kaçırıp, engelli kişiye bakmamaktadır. O anda bunu fark eden engelli kişi, kendi içinde büyük bir üzüntü taşımaktadır. Ayrıca engelli bireyler için taşıdığımız, “hiçbir şey yapamaz” düşüncesini de aklımızdan atmamız gerekmektedir. Çünkü engelli bireyler kesinlikle tam anlamıyla yetersiz değillerdir. Onların da yapabilecekleri birçok iş vardır. Engelliler, toplumumuzun ön yargılarından dolayı, sosyal alanlarda yetersiz kalıp kendilerini ciddi anlamda mutsuzluğa sokmaktadırlar. Bu toplumda yaşayan herkes, engelliler için mutlaka bir şeyler yapabilir. Ama önce kendi ZİHİNSEL ENGELİMİZİ KALDIRMALIYIZ! Çünkü bugün sağlıklı olmamız, yarın da olacağımız anlamına gelmiyor…



15 yıldır dernekte gönül vererek çalışmış Türkiye Sakatlar Derneği Genel Sekreteri Sayın Yılmaz Demirel’e engellilerin yaşadığı zorlukları sorduk ve onlar için neler yapılması gerektiğini konuştuk.



Ülkemizde engelliler için birçok terim kullanılmaktadır. Engelli, sakat veya özürlü. Bu terimler arasında bir fark var mıdır?

Türkiye’deki bu kavramlar Türkiye'nin büyümesi, sanayileşmesi ve yılların geçmesi ile oluştu. Anımsarsınız, önceden özürlü ya da engelli diye bir terim yoktu. Her zaman sakatlık üzerinden gidilirdi. Mesela futbol maçında şöyle bir şey vardı; “Sert giren futbolcu sakatlandı”, ama oradaki imge neydi? Ayağa ya da kola gelen bir darbeden dolayı oluşan sakatlık. Şimdi bu, Türkiye’deki yapı gelişince, nüfus artıp sanayileşmeyle ile birlikte bu etken çoğalınca, yeni oluşan kurumlarda sakatlık terimi olduğu gibi onun yerine engelli ya da özürlü terimleri de kullanılmaya başlandı. Bir örnek vererek açıklama yapmak istiyorum. Siz bu odadasınız ve sağlam bir insansınız. Ben sizin camınızı, kapınızı kapatırsam sizin buradan çıkmanızı engellemiş olurum. Peki siz engelli misiniz? Özür kelimesi ise; defo ya da bir kabahat sonrası kendisini affettirmeye ilişkin bir talep anlamına geliyor. Ama biz sakatlar olarak dile getirdik çünkü Türkiye Sakatlar Derneği, 1960 yılında kuruldu. Kurumumuz İstanbul Tıp Fakültesi hocalarının katkılarıyla 1958’de temellerini attı. O zaman Türkiye Sakatlar Derneği adını aldık. Bizden sonra gelenler engelli veya özürlü ismi altında çıktılar. Daha sonra ise engellilerin birçok türü ortaya çıktı. Birbirinden ayırdılar. Bedensel, zihinsel, görme engelliler gibi. Kurumlar çoğalıyor, insanlar bu konuda özgür, kendilerine ne istiyorsa alabilirler. Çünkü biz kavramlara takılıp kalmıyoruz. Kim neyi nasıl hissediyorsa öyle yapmalı diye düşünüyoruz. 



Sizin, Türkiye Sakatlar Derneği’ne gelişiniz nasıl oldu?

Ben sağlam bir insanım. Buradaki genel başkan benim bir arkadaşımdı. Bir başka oluşumda birlikteydik. Engelli insanların yararına yapılacak bir şeyler olduğunu gördüm, çünkü Türkiye’de “Sakatların sorunlarını sakatlar çözsün, esnafın sorunlarını esnaf çözsün, hemşirenin sorunlarını hemşire çözsün” gibi bir anlayış var. Ben bunun böyle olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Yani sakatların sorununu çözmek için, illa sakat kalmam gerekmiyor. Size bir soru sormak isterim. Hayvan haklarını kimlerin koruması gerekir bu ülkede? İnsanların tabii ki. Kadın haklarını korumamız için illa kadın mı olmamız lazım? Bizler de kadına uygulanan şiddeti benimsemiyoruz. Şiddetle ret ediyoruz. İşte benim burada bulunmam bunları düşünürken gelişti. Yardım etmek istedim. Klasik bir söz var; “Her sağlam bir sakat adaydır diye, “Valla ülkemizde her an her şey olabilir. Mesela ben 15 yıldır bu kurumdayım. Sağlam halimle buradayım. Bundan 2 yıl önce bir trafik kazası geçirdim ve dört ameliyat atlattım. O süre zarfında yatağa bağlandım, kısa bir sürede olsa koltuk değneğiyle tekerlekli sandalyeye bindim. Konuşmalarımda arkadaşlarıma hep şunu söylüyordum “Sizin yaşadıklarınızı görüyorum. Ama ne hissettiğinizi tam olarak hissedemiyorum”. Kazadan sonra ise şöyle dedim “sizin ne hissettiğinizi biliyorum”. 



Toplumumuzun engellilere bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Toplumumuz engellilere genel anlamda acıma çerçevesinde bakıyor diyebilirim. “Vah vah zavallı, aman koşalım yardım edelim”. Oysa sakat, engelli veya özürlü adına ne derseniz deyin bu insanlara acımadan, onların da hakları olduğunu bilerek, onların da bizimle eşit şartlarda yaşama katılması için, onların önlerindeki engelleri kaldırmamız gerekiyor. Türkiye’de bugün 2005 yılında çıkmış olan 5378 sayılı “Özürlüler Kanunu” var. Eksikliklerine rağmen, ete kemiğe büründürülmüş bir kanun oldu diyebilirim. Mesela, orada mimari engelliler konusunda, yerel yönetimlere 7 yıllık bir zaman dilimi tanıdılar. Bir engellinin tapuda işi olamaz mı? Oluyor. Telekom da işi oluyor, noterde işi oluyor. Bu kişilerin sokağa çıkamamasında ki en büyük engel şehir mobilyalarının düzensizliği. Çünkü yerel yönetimlerimiz sağ olsunlar, zaman dilimini artık şaşırdım, sürekli kaldırım yenilmesi yapıyorlar. Kaldırımlar yüksek. Hepsi genç ve sportmen insanlar için tasarlanmış. Oysa bu ülkede engellilerin yanı sıra belirli bir yaştan sonra vücut fonksiyonları yavaşlayan yaşlılar, hamile kadınlar ve çocuklar da var. 35 cm. yüksekliğinde kaldırım olur mu? Kaldırımın önüne rampa yapıyorlar ortasında elektrik direği, hemen bitiminde telefon santral kulübesi ya da ağaç koymuşlar örnekler çok. Toplum sakat insanlara acımadan yaklaşsın ve lütfen sadece fırsat versinler. Onların da neler yapabileceklerini göreceklerdir. 



Engellilerin en fazla karşılaştıkları problemler mimari sıkıntılar ve toplumumuzun davranışları ile ilgili… Bu konuda toplumumuzu bilinçlendirmek adına neler söyleyeceksiniz?

Birkaç şeyi belirterek başlamak istiyorum. Ben tanrıya dilekçe vermedim, İstanbul’da yaşayayım ve engelli olayım diye. Bu, sistemin aksamasının bir sonucu. Bu aksama Güneydoğu’da akraba evliliği sonucu karşımıza çıkıyor. İç Anadolu’da eğitimsizlik olarak çıkıyor. Doğuda bakımsızlık, batıya yaklaştıkça ise, sanayileşmenin getirdiği bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor. Bugün trafik, Güneydoğu’da yaşanan kirli savaş, mayın kurbanları, maganda kurşunu, iş kazaları, hekim hataları gibi sayabileceğim birçok şey var. Türkiye’de insanların engelli olması için o kadar çok sebep var ki… Kaldırımdan yürüyorsunuz yukarıda hanımın biri cam siliyor ayağının değdiği çiçek saksısı arkadaşımızın kafasına düşüyor ve vefat ediyor. Türkiye’de maalesef insan yaşamı bu kadar basit. Engelli olmak için sebep çok ama Türkiye Sakatlar Derneği olarak kurumumuzun öncelikli hedefi, Türkiye’de sakatlığın artmasını engellemek.



Toplum engelli insanlara yaklaşırken onları ötekileştirmemeli !!!

Çünkü bataklığı kurutmak gerekiyor. Sivri sinek olayındaki gibi sivri sineği öldürmek istemiyoruz! Bataklığı kurutunca zaten sivri sinek olmayacak. Önce sakatlığın artmasını engellemek istiyoruz. Eğitimin önemli olduğunu düşünüyoruz ama şimdi Türkiye’deki eğitim sistemine, müfredata baktığımız zaman çok da engelliler düşünülmemiş. Ortopedik engelli olarak okula giden bir çocuğumuz vardı. Aileler veliler hemen imza toplayıp müdüre vermişler. “Çocuğumuzun bununla okumasını istemiyoruz” diye. Ayrımcılığa orada başlıyoruz. Ortopedik engelli bir çocuğun okula gitmesinde herhangi bir engel yok. Zaten bizim körler için ayrı, zihinsel engelliler için ayrı ayrı okullarımız var. Yeterli mi? Değil. Ama ortopedik engelli çocuklar için kaynaştırma eğitiminden yanayız biz. Çünkü onun engeli sadece ayak ya da ellerinde. Tekerlekli sandalyesinde de olsa binip gidiyor. Onun beyniyle ilgili herhangi bir sorunu yok. Engellilerde bugün okur yazar oranı %66 düzeyinde. Mesela; üniversite mezunu engelli sayısı %2’lerde ve bunların birçoğu da engelleri zorlayarak eğitim almış insanlar. Ya da eğitimli bir insan düşünün, bir trafik kazası geçirdi ayağını kaybetti, oldu size engelli ama yine üniversite mezunu. O yüzden toplum engelli insanlara yaklaşırken ötekileştirmeden, ayrımcılığa uğratmadan onların da bir insan olduğunu bilerek yaklaşmalıdır. 



Peki, sizce devletimiz bu konuda neler yapıyor veya neler yapmalı?

Türkiye’de engelli haklarıyla ilgili ilk kazanım, Bülent Ecevit döneminde, ünlü 1475 sayılı iş yasasıyla ilgili yapılan bir düzenlemeydi. 100 işçi çalıştıran yerlerin %2 oranında engelli çalıştırmaları ön görüldü. Bu 55. Hükumet döneminde biraz daha ilerletildi. 571, 572 ve 573 sayılı kanun hükmündeki kararnamelerle bunlar düzenlendi. En son 57. Hükumet döneminde, bahsettiğim gibi 5378 sayılı özürlüler yasasıyla ete kemiğe büründürüldü. Eksiklikler var ama kazanımlar da var. “Devletten bu konuda bizim beklentimiz nedir?” diye sorarsanız, sadece sorunlarımızı çözmesini istiyoruz diyebilirim. Bakın devlet yasa çıkartıyor, diyor ki “50 ve üzeri işçi çalıştıran yerler %3 ya da %4 engelli işçi çalıştıracak.” Buraya kadar güzel. Ama devletin 135 tane kamu kuruluşunda, şu anda 40 bin üzerinde engelli işçi açığı var. Bunun uygulanması gerekiyor. Bu böyle olunca da özel sektörü de denetleyemiyorlar. Milli Eğitim Bakanlığı’nda, Diyanet İşleri’nde biz engelli arkadaş göremedik. Dışişleri Bakanlığı’nda da yok. Devletimizin bu konuda, biraz daha engellilere önem vermesini istiyoruz. Demek istediğim devletimiz bize hakem olsun biz kusurlarımızı çözeriz.



Dernek olarak bu zamana kadar neler yaptınız/yapıyorsunuz?

Uygar insanlar bir araya gelir çeşitli projeler üretirler. Farkındalık yaratarak toplumu kanalize etmeyi sağlarlar. Mesela biz, Türkiye Sakatlar Derneği olarak 1998 yılında Çorlu şubemizin ve o zamanki yerel ve kamu yöneticilerinin desteğiyle, bir ilköğretim okulu yaptık. Şu anda orada, 110 tane öğrencimiz eğitim görüyor. Bu bizim için çok anlamlı. 1998 yılında anahtarını da Milli Eğitim Bakanlığı’na teslim ettik. Onun dışında sokakta kalmış kimsesiz ve yaşlı engeliler var.“Doğuştan veya sonradan meydana gelen hastalıklar veya kaza sonucu oluşan sakatlıklar neticesi yaşamın birçok alanında kısıtlanan, engellerle karşılaşan kişiye engelli denir. “Çünkü değişen, modernleşen Türkiye ile birlikte aile yapısı da çözülüyor. Tek kalan, birçok yalnız ve yaşlı birçok insan var. İhtiyaçlarını göremiyorlar. Biz bu kişiler için Balıkesir Gönen’de, 500 yataklı bir yaşam evi yapıyoruz. Oranın bir katını, zihinsel engelli çocuklarımız için eğitim rehabilitasyon merkezi olarak düşünüyoruz. Gelip orada kalsınlar diye. Şu an kaba inşaatını bitirdik. Kendi çaba ve imkanlarımızla o yaşam evini bitirmeye çalışıyoruz. Onun dışında, yaptığımız Avrupa Birliği projeleri var. Engelli insanları iş sahibi yapıyoruz. Bilgisayar kursu var. Mesela, Mardin şubemiz kaybolmaya yüz tutan, Süryani geleneğinin telkari işlemeciliğini Mardin’de yapıyor. En son 7 ay önce New York’ta açılan Türk haftası fuarındaydık. Samsun şubemiz organik oyuncak üretiyor. Bütün bunların hep çalışmalarını engelli arkadaşlarımız yürütüyor. Burada asıl olan bizim için, insanın engelli de olsa insan olduğunun bilinmesi.Biz özellikle bunu istiyoruz. 



Son olarak, Türkiye Sakatlar Derneği olarak hedefleriniz nelerdir?

İstediğimiz, Türkiye toplumunda sakatlık, engellilik bilinci oluşturmak ve bu insanların da hak sahibi olduklarını duyurmak. Onurlu bir birey olarak, bu toplumda anayasanın getirmiş olduğu öncelikle eğitim, iş, sosyal hayata katılım ve kültürel yaşamın içerisinde olmak gibi hakların oluşmasına katkıda bulunduk. Bu anlamda çalışmalar yürütüp, toplumumuzu bilinçlendirmek için sayısız konferans ve panelle sorunlarımızı dile getirdik. Tabii ki, değişen ve gelişen Türkiye’nin nüfusu ile birlikte şubeler açtık. Şu an 70’e yakın şubemiz var. Bir de, derneğimiz 1963 yılından beri kamu yararına çalışan dernekler statüsündedir. Dediğim gibi öncelikle biz sakatlığın artmasını önlemek istiyoruz. Bilinçlendirmek istiyoruz. Çünkü bilinçli bir insan, hakkını da hukukunu da arar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder